Yaşadığım kentte çok fazla sayıda Osmanlı ve Avusturya Macaristan İmparatorluğu döneminden kalma bina var ve bende o binalardın bulunduğu bir sokakta oturuyorum. Benim açımdan bir kentin hafızasıdır evleri, ortak yaşam alanları inanç noktaları. Bu yüzden şanslı sayıyorum kendimi en azından çok ciddi savaş ve kuşatma atlatmış bir kent öyle ya da böyle hafızasına sahip çıkabiliyor.
Türklerin Anadolu’ya girip çadır kültüründen yerleşik hayat ve konut düzenine geçmesi sonucu farklı mimari tarzlar ortaya çıkmıştır. Osmanlı’nın son dönemine kadar bir şekilde toplumsal yaşam içinde ustalıkla yapılan eserler, özellikle şehircilik ve mimarinin çok önemli izlerini taşır. Bugün Mimar Sinan’ın kent siluetine uygun camiiler yaptığını, bu inşaatlar esnasında zemin ve toprak yapısına dikkat ettiğini bilmekteyiz. Safranbolu ya da Gaziantep evlerini incelediğimizde estetik kadar mantık ve bilimin bu evlerde kullanıldığını görüyoruz. Sonuç; insanoğlu yaşadığın yeri coğrafya, toplum gelenekleri ve rahatlık noktasında oluşturdu günümüze kadar. Özellikle 18 ve 19. yy sonrasında temeli İstanbul olan konut gelişim kültürünün önlenemez ve çarpıklaştıkça durdurulmak istenmeyen yapısı bugünkü estetik kaygısından uzak geleceğe sadece canavar binalar ve yapılar bırakacak olan sistemi ve olması gereken o kent hafızasını ortadan kaldırmadı mı.
Bu günkü toplu konut kültürünün temeli 1918 yılında Cibali-Topkapı-Davutpaşa arasında yaşanan ve 7.500 binayı yok eden yangındır. Bir yangın sonrasında halktan toplanan paralarla, her aileye ayrı ev yapılamayacağı anlaşıldığından, Hârikzedegân Apartmanları inşâ edilmiştir. Maddî imkânsızlık yüzünden Eski İstanbul bölgesinde tek yapı adasına yapılan bu binalar, apartman tipi toplu konutun başlangıcı sayılmaktadır. Gerçi o binaların bile bu saçma mimari anlayışla yan yana getirmek bile abesle iştigal ama bir yerden başlıyor hikaye işte.
İstanbul'da 19. yy da başlayan, gayrimüslim ve levanten halkla özellikle Beyoğlu ve çevresinde devam eden değişim ve apartmanlaşma, sonrasında müslüman halkında tercihi olmuştur. Rahatlık ve konforun kilit nokta olduğu ve çok daireli birbiri ile beraber yaşama arzusunun son noktası idi apartmanlar. Avrupa’dan çok daha sonra sonra başlayan apartmanlaşma sürecinde kesinlikle günümüz ucube mimari zihniyetten çok daha uzak bir yapılaşma olduğu gerçeği var. Malesef bizler bu harika binaları korumak kentin doğal yapısını ve silüetini güzelliğini bozmak adına her şeyi yapıyoruz. Kentsel dönüşüm adın altında tarihi mimariyi ve hatta sanatı yok ederken yerlerine 10 sene sonra yanlarından geçerken nefret edeceğimiz eski doğu bloku sosyal konut düzeninden farklı olmayan ucubeler dikip oturuyoruz. Adına da ne acıdır ki lüks ve konfor!! diyoruz.
Sanırım bugün ecdat yadigarları diye ortada bağıranların farkında olmadıkları yada okumaktan ve kabul etmekten imtina ettikleri şey, bu ülke topraklarında insanlığın ilk çağlarından itibaren çıkan bir taşta , üzeri kumla kapatılan ve Yortanlı Barajı’nın suları altında kalan Allianoi’ de ,mutfak mermeri ile restorasyonu yapılan antik kentlerde yok edilen Hasankeyf’te, Galata kulesi de, Sultan Ahmet Camii’de Beyoğlu ve Galata yada Kadıköy'de yapılmış tarihe ve gerçek mimariye dayalı eserlerin hepsinin ecdat yadigarı olmasıdır. Bunu bildiğimiz farkına vardığımız ve bu eserlere saygı duyup iç dünyamızda kendimiz ve yaşadığımız hayatla barıştığımız gün kentlerin hafızalarına sahip çıkabiliriz.
![](https://static.wixstatic.com/media/f5acb8_787c35b5b1834cc0bd73c498a6d4f732~mv2.jpg/v1/fill/w_980,h_858,al_c,q_85,usm_0.66_1.00_0.01,enc_auto/f5acb8_787c35b5b1834cc0bd73c498a6d4f732~mv2.jpg)
Comments